ZERRİN DAĞCI AİLESİNİN HİKAYELERİ İLE  BİZE YAKIN TARİHİ ANLATIYOR
Ankaralı yazar F. Zerrin Dağcı “Balkanlar'dan Anadolu’ya Evvel Zaman Hikâyeleri” anlatıyor bizlere ikinci kitabında. Öyküler öyle güzel betimlenmiş ki, film izliyor gibi oluyorsunuz okurken kitabı.  Sahneler canlanıyor gözümüzde küçük Zerrin’in çocukluğuna bir yolculuk yapıyorsunuz. Onun, tozlu tavan arasında karıştırdığı valizden çıkan eski yazı mektupları bulduğundaki sevincine ortak oluyorsunuz. Kesinlikle çok okunmayı hak eden bir yazar Zerrin Dağcı. Kitap, tarihe bir kapı aralıyor bize o nedenle röportajımızı da antikacıların yoğun olarak bulunduğu Ankara Kalesinde gerçekleştirdik.
Yazar kimliği dışında F. Zerrin Dağcı kimdir, neler yapar?
TED Ankara Koleji ve Mülkiye/Uluslararası İlişkiler mezunuyum. Çok kısa süre Kültür Bakanlığı’nda çalıştıktan sonra, çalışma hayatıma uzun bir ara verdim. Bu süre içinde yurt dışında çeşitli ülkelerde yaşadım. Yıllar sonra Türkiye’ye döndüğümde, bir süre Ulaştırma Bakanlığı’nda çalıştım. Bakanlıkta çalışırken, Gazi Üniversitesi’nde dört yıl “Diplomatik Konuşma ve Yazışma Teknikleri” dersini verdim. Bakanlıktan ayrıldıktan sonra Ankara Üniversitesi’nde göreve başladım ve on yıl “Diplomatik İngilizce” dersini okuttum. 2010 yılında Yüksek Lisans yaptım. 2011’de Üniversite’mizin düşünce kuruluşu olan Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezinde “Avrupa Birliği’nde Güncel Gelişmeler” adlı semineri İngilizce olarak vermeye başladım. Bu da üç yıl sürdü. Şimdi Mülkiye’de çalışmalarıma devam ediyorum. Protokol ve iletişim konusunda dernek ve kuruluşlara seminer veriyorum.
BAHAR TEMİZLİĞİ YAPMAYI SEVİYORUM

 İlk kitabınız Geçmiş Zaman Bahçesi 2004 yılında yayınlandı ve siz ikinci kitabınızda da “Balkanlardan Anadolu’ya Evvel Zaman Hikâyeleri” kitabınızla geçmişe bir kapı aralıyorsunuz. “Eski duygular, eski insanlar. Pasları ovup temizleyince karşımızda parlıyorlar.”“ Hayat odama çekidüzen vermeyi, hayatımın bazı bölümleriyle hesaplaşmayı, bahar temizliği yapmayı seviyorum” diyorsunuz. Bu bahar temizliğinin bir ürünü mü kitabınız?
Çocukken aile büyüklerimizle çok iyi bir diyaloğum vardı. Anneannemle, dedemle ve onun ablası olan büyük halamla uzun sohbetler eder, konuştuklarımızı not alırdım. 2000 yılında anneannemin vefatından sonra bunları yazmaya karar verdim.

Herkesin geçmişle ilgili anıları vardır. Bunlar sözlü tarih ve ben sözlü tarihi çok önemsiyorum. Her şey baş döndürücü bir hızla değişiyor. O günlerin giyimini, yeme içme kültürünü, sosyal ilişkilerini, kısacası yaşantısını bizden sonra gelenlere anlatmak lazım. Bugünü anlayabilmek için dünü bilmek gerekiyor. Yoksa nerelerden bugünlere geldiğimizi bilemeyiz. İşte bu kitap böyle bir çalışmanın ürünü. 
Küçük yaşlarda size İngilizce ve Fransızca masal kitapları alan dedenizin yazı yazmanızda itici bir güç olduğundan bahsetmişsiniz. Dedenizin hayatınızdaki rolünü tek bir cümle ile nasıl tanımlarsınız?
“Dedem benim hayat rehberim olmuştur” diyebilirim. Okuma ve yazma konusunda beni çok teşvik etmişti. Yabancı diller öğrenmemi çok istemişti. Bu nedenle de büyüyünce okumam için hem İngilizce, hem de Fransızca masal kitapları almıştı.

Seyahat etmeyi de bana o sevdirdi. Birlikte gezmeyi çok severdim. Tüccar olduğu için sık sık birlikte İstanbul’a giderdik. İşleri bittiğinde de bana İstanbul’u gezdirirdi. Babasının ona hediye ettiği  “Hayvanlar Âlemi” kitabını, ortaokul diplomasını, ailesinin kendisi cephedeyken dedemden haber alınamadığı için Hilal-i Ahmer’e (Kızılay) yazması üzerine gelen cevabi yazıyı, babasının bir mektubunu bana vermişti. Hepsini özenle saklıyorum.
AVUSTURALYADAKİ MAVİ DAĞLARA GİTTİM

“Önce ışıkları söndürdüm. Yüreğimin ışıklarını açtım. İç saraylarım ışıl ışıl oldu” cümleleri geçiyor kitapta. Birbirini tamamlayan hikâyelerin yer aldığı bu öykü kitabında yer alan en ışıklı anınızı paylaşabilir misiniz?
Aslında birden fazla anı var. Aile büyüklerimden, dedemin annesinin doğup büyüdüğü Şumnu’ya gidişim benim için çok önemlidir. Ailemde, büyük annemden sonra o kenti ilk gören benim. Daha kentin tabelası göründüğünde heyecandan dizlerim titredi, gözlerim doldu, o gece uyuyamadım. 

Sonra neredeyse doğduğum günden itibaren yatak odamdaki duvarda asılı olan iki resim vardı. Biri İsviçre’nin Ticino kantonundaki San Salvatore Tepesi, diğeri de Avustralya’daki Mavi Dağlar. Küçüklüğümden beri, “büyüyünce buralara gideceğim” derdim. Gerçekten de gittim. 
1908 YILINA AİT DEDEMİN FOTOĞRAFININ HİKAYESİ

Kitabın son sayfalarında ailenizin fotoğrafları da yer alıyor. En dikkat çekici olan 1908 yılına ait dedeniz Hulusi Şen’e ait bir fotoğraf. Kitapta anlattığınız fotoğrafın hikâyesinden bahseder misiniz?
Anlattığım olay İstanbul’da geçiyor. Dedem ilkokula gidiyormuş, sanırım dokuz yaşında o sıralar,  ailesinin evde olmadığı bir anda,  kapının önünden geçen seyyar dondurmacıdan bir tepsi dondurma alıyor ve tamamını kimseye göstermeden arka bahçede yiyor. Bir süre sonra midesi bulanıyor, el ve ayakları şişmeye başlıyor. Kötü bir şey olacağını anlıyor, öleceğini düşünüyor. O sırada evden alış verişe giden bir hizmetliyle beraber atlı arabaya binip Hamidiye Caddesi 2 numaradaki Costaki Vaphiadis’in fotoğraf stüdyosunun önünde iniyor. Amacı, öleceğine inandığı için bir fotoğraf çektirip ailesine kendinden bir hatıra bırakmak. 

Eve döndüğünde anne ve babası oğullarını yüzü sapsarı, elleri ayakları şişmiş gördüklerinde şaşırıyorlar. Dedem de onlara öleceğini, Costaki Beyden fotoğrafını almalarını ve hatıra olarak saklamalarını rica ediyor. Babası da hemen dedemi hastaneye götürüp tedavi ettiriyor. O fotoğraf sonradan stüdyodan alınıyor ve gerçekten de bir hatıra olarak kalıyor. 
ANNEANNEMİN CEVİZLİ KEKİ

Anneannenizin cevizli kekinin mis gibi kokusu ile kitabı okudum. Tarifini de kitapta verdiğiniz cevizli keki özel kılan nedir?
O kek ailemiz için çok özeldi. Neredeyse hiç bitmez, sürekli yenisi yapılırdı. Anneannem, yola gidene, yoldan gelene, karne alana, komşulara, çocuklara kek yapıp götürürdü. Hatta kapının önünden geçen çocuklar anneannemi balkonda görüp hatırını sorduklarında hemen bir dilim kek verirdi, hiç boş geçirmezdi.

Bir de eskiden doğup büyüdüğüm Boyabat’taki evimizin hemen yanında bir un değirmeni vardı. Unu oradan gelirdi, cevizi bahçemizden, yoğurdunu anneannem mayalamış olurdu, yumurtalar kümesteki tavuklarımızın ürünüydü. Bütün bunlar da o keki özel ve “bizim” kılıyordu.

Yanında da vişne şurubu içerdik. Tabii ki vişneler bahçemizdendi. Anneannem, şurubu vişne reçelinden yapardı. İçine de bir tane vişne atardı.
ÇALIŞMA MASAMIN ÖNÜNDEKİ SALLANAN AT ÇOCUKLUĞUMDAN

1896 yılında dedenizin babasının büyük babaannenize yazdığı bir mektubun salonunuzun duvarında asılı olduğunu söylemişsiniz. Bu tarihi belgeler mi size ilham veriyor kitap yazmak için?
Tabii ki. Sadece o değil, biraz önce bahsettiğim Hilal-i Ahmer’den gelen kart, dedemin cam üzerine yaptığı bir lale resmi, anneannemin işlediği bir tel işi benim duvarlarımı süsler. Dedemin şapka devriminden hemen sonra alıp giydiği bir şapka ile çektirdiği fotoğraf da duvarda asılıdır.

Bunların dışında vitrinde, dedeme ait antika bir saatin zembereği, onun bana verdiği bir not defteri, kalemi, annemin dedesine ait bir bardak durur. Dedem marangoz değildi ama el becerileri çok gelişmişti. Salondaki en büyük hazinem, dedemin kendi elleriyle yaptığı biri camlı diğeri bol çekmeceli iki güzel dolaptır. Bunları anneanne-dede evinin bodrumunda buldum. Harika bir onarım geçirdi ve salonumuzdaki yerini aldı.

Ayrıca raflarda aileden kalma pek çok biblo ve fotoğraflar da var. Çalışma odamda 1900’lerin başında alınan Philips marka radyo duruyor. Masamın hemen önünde bebekken bindiğim sallanan at var. Çalışırken arada ayağımla sallamaktan çok keyif alırım. Bu kadar hatıra eşyasının içinde yazmamak mümkün mü?
KENDİMİ HEİDİ’YE BENZETİRDİM

“İşte yine mevsim sonbahar, pardon, mevsimlerden ayva ve nar. Bahçeye bakıyorum, ayvalar olmuş, narlar da. Bu sene ayvalar bol, yoksa kış soğuk mu geçecek?” diyor kitapta çocuk Zerrin. Doğayla iç içe geçen bu çocukluğunuzun hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?
Çocukluğum tek kelimeyle “şahane” geçti. Kendimi Heidi masalındaki küçük kıza benzetirdim.  Annemle babam Ankara’da, ben büyüklerimle Boyabat’taydım. Babam Ankara’ya tayin olunca anneanne ve dedem beni vermemişler. Annemle babam beni ancak özel bir okula (TED Ankara Koleji) vermek istedikleri için altı buçuk yaşımda Ankara’ya getirebilmişler.

Boyabat’ta kocaman bir bahçemiz, güzel bir evimiz, bu evde o zamanlar bekâr olan teyzelerim vardı. Üst katta dedemin ağabeyi, eşi ve iki kızı otururdu. Evde üç kedi, bahçede kocaman bir kangal köpek vardı. Ayrıca paçalı güvercinden ceylana, tavşandan tavuk ve horozlara ve büyük baş hayvanlara kadar çeşit çeşit hayvan besledik.  Böyle harika bir ortamda büyüdüm ben. Doğa, hayvan ve insan sevgisi bende daha çok küçükken gelişmişti.

Bunların sonucu olarak da çevreye duyarlı, insan ve hayvanlara saygılı bir çocuk olarak büyüdüm. Küçük yaştan itibaren bitkilerin ve ağaçların büyümesini izledim. Onlara nasıl emek verildiğine tanıklık yaptım. Sokağımdaki, iş yeri bahçemdeki ağaçlar ve çiçekler hala ilgi alanımdalar, onların çiçeklenmelerini ya da yapraklarını dökmelerini fotoğraflamayı çok severim. Kardeşimin golden’i Cesur’la da sevgi dolu bir ilişkim var.
Sürekli üreten bir yazarsınız.Okurlarınıza yeni bir roman müjdeniz var mı? 

Tabii ki. İki yıldır bir roman üzerinde çalışıyorum. 1908 ile 1912 yılları arasında İstanbul’da geçiyor. Ayrıca kendi fakültemde de Mülkiye tarihi ve mezunları üzerine bir kitap hazırlıyorum. İki kitap bir arada zor oluyor ama bittiğinde güzel bir şeyler çıkacağına eminim.

6 Yorumlar

  1. çok güzel bir yazı ellerinize sağlık :) kitaba ilk fırsatta bakacağım.

    YanıtlaSil
  2. Balkanlar benim ilgi alanım...Özellikle mübadele okuyacağım kitabı sevgiler :)

    YanıtlaSil
  3. Bu sıralar mübadele ile ilgili ne çok şeye denk geliyorum. Kitabı edinmek isterim.

    YanıtlaSil
  4. İyi ki uğradınız iyi ki gördüm blogunuzu...Ailem de mübadele ile gelmiş ben de mutlaka okuyacağım kitabı...Çok da güzel yazmışsınız...Sevgiler

    YanıtlaSil
  5. Ah anılar ah eski insanlar . Ilk fırsatta okuyacağım Maviannem . Sağol tanıtım için ; )

    YanıtlaSil
  6. Tam anlamıyla dopdolu bir röportaj olmuş. Geçmişe dair anıları okumak, dinlemek ya da anlatmak çok hoşuma gidiyor.Zerrin Hanım'ın kitabını da okumayı çok isterdim. Bizim ailemizle çok benzerlikler var.
    Anılara değer vermek, yaşatmak ne güzel.
    Sevgiler.

    YanıtlaSil